Cuma, Mart 03, 2006

Elveda Mimar Sinan...


İstanbul Atışalanı’ndaki tarihi Avasköy Sukemeri, bir konut projesine kurban ediliyor. Mimar Sinan imzasını taşıyan anıt eser, önünde yükselen bloklar tarafından yutulmak üzere...

İstanbul’un simgelerinden Süleymaniye Suyolları’na ait Mimar Sinan yapısı Avasköy Sukemeri yok ediliyor. Hem de bizzat kentin imarından sorumlu büyükşehir belediyesinin izni ve katkısıyla. Albayrak Yapı Grubu, Esenler ilçesi Atışalanı mevkiindeki en az 400 yaşındaki sukemerinin sadece birkaç metre uzağına, onu tümüyle kapatacak 14 bloktan oluşan bir site inşa ediyor. 664 konut ve kapalı otopark, yüzme havuzu, alışveriş merkezi gibi tesislerden oluşması planlanan kompleksin şantiyesi, inşaatın başladığı bugünlerde bile tarihi suyoluna yaslanır durumda. Sinan’ın eseri, kuzey tarafına yerleştirilen pano ile inşası süren kompleksin nizamiyesi haline getirilmiş; “Kemer Park Evleri’ne Hoşgeldiniz”. En tuhafı da bu zaten...

Belediye başkanı, Esenler Belediyesi, müteahhit firma ve basın, inşasına başlanan yeni konutların, ilçeye katacağı değerden bahsediyor. Ama hiçbiri Mimar Sinan’ı ve onun eseri sukemerini anmıyor. Temel atma töreninde yaşananlar gerçek bir olaydan çok, ironik bir sinema filmini andırıyor. Örneğin Albayrak Şirketler Grubu Başkanı Nuri Albayrak törende, “Dünya başkenti olarak addedilen İstanbul’da yaşayan insanlara sadece kaliteli konut değil, aynı zamanda uygar bir yaşam sunmayı hedeflediklerini” söylüyor (Milliyet Emlak, 26 Ocak 2006). İstanbul’un mimar belediye başkanı Dr. Kadir Topbaş’ın, Koca Sinan’ın eserine baka baka söyledikleri ise çok daha ironik: “İnsanın doğuştan varolan barınma ihtiyacını yönetimler önceden oluşturur ya da oluşmasını sağlarsa, daha mutlu insanlar ve medeniyetler oluşur.

Kemer Park Evleri’nin ciddi bir sinerji oluşturacağını belirten mimar başkan, “çünkü burada değerli yapılar ortaya çıkınca, dönüşüme doğru atılımlar yapılacak” diyor. Haberi veren gazete de başkanın sözlerinden esinlenerek kompleksin yapımını “Çirkinliğe Kamuflaj” başlığıyla duyurmuş. (Milliyet, 7 Ocak 2006)

Geçtiğimiz yıl İstanbul’un yeşillendirilmesi üzerine düzenlediği bir basın toplantısı sonrasında Başkan Topbaş ile görüşmüştüm. Kısa görüşmede kendisine Şehzadebaşı’ndaki Belediye Sarayı’nın, ondan 1600 yıl daha eski Valens (Bozdoğan) Sukemeri’nin karşısına 1950’li yıllarda yapıldığını hatırlatmış ve bugün böyle bir yapının inşasına razı olup olmayacağını sormuştum. Başkan “O günkü başkan ben olsam yapmazdım” diye cevaplamıştı. (“Elveda İstanbul”, Atlas, Aralık 2005).

Tesadüf eseri tarih çok kısa bir süre sonra Topbaş’a bir başka sukemerini modern yapıların gölgesinden kurtarma şansı verdi. Mimar belediye başkanı bu şansı görmezlikten gelmenin yanı sıra temel atma törenine katılarak, kemerin tükenişini hazırlayan projeyi ödüllendirdi. Bu örnek bile İstanbul’u yönetenlerin, İstanbul’a karşı ne kadar samimi olduğunun bir göstergesi. Çeşitli dönemlerde kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarında görev alan İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’a göre, “Bu utancı ortadan kaldırmak için derhal bir şeyler yapılması ve bu konuda önceliği Mimar Sinan’ın ismini hamasi söylevlere alet eden politikacıların alması” gerekiyor. Ahunbay, su yapılarının korunmasının belediyelerin görevi olduğunu ve Avasköy Sukemeri’nin durumunun, bu görevin layıkıyla yerine getirilmediğini gösterdiğini söylüyor: “Bakımsızlık bir yana, böyle bir anıtın çevresini yeşil alan olarak düzenlemek yerine, başına onu hiçe sayan kütleler yerleştirmek şehircilik ve estetikle bağdaşmıyor.

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin verdiği bilgiye göre, Albayrak Yapı Grubu’nun arazi için aldığı imar izni 2.5 emsal ve 0.40 taban alanı kat sayısını (TAKS) içeriyor. Yani sahip olunan parselin 2.5 katı büyüklüğünde kat alanına imkân tanınırken yapının tabanının, parselin yüzde 40’ını kapsamasına izin veriliyor. Odanın ikinci başkanı Günhan Danışman, verilen iznin çok yüksek yoğunlukta yapılaşmanın yolunu açtığını ve yapılacak blokların Avasköy Sukemeri’ne bitişik tasarlanmış olmasının bu eseri yok saymakla eş sayıldığını söylüyor. Günhan, meslek odası adına Atlas’a yaptığı açıklamada “Kültürel mirasına saygılı bir ülkede, su mühendisliği harikası böyle bir esere rant amacıyla bu denli duyarsızca davranılması olanaklı değildir. Aksine, gelecek nesillere aktarılmak üzere doğal çevresi ile birlikte korunarak bir kültürel miras parkı olarak düzenlenir. Meslek odamız adına üyemiz Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mimar Kadir Topbaş’ın ve İSKİ’nin duruma süratle müdahale etmesini bekliyor, ilgili Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun projeye izin verip vermediğinin araştırılmasını da talep ediyoruz” diyor.

İstanbul belediye başkanının temel atma töreninde söylediklerinin, ilginç bir tarafı daha var. Topbaş konuşmasında, D-100 otoyolu ve bağlantı yolları üzerinde yer alan akslardaki yapıların çirkinliğinden yakınıyor ve buraların ön çeperlerinin yenilenmesi gerekliliğinden bahsediyor. Oysa Avasköy Sukemeri’nin bulunduğu Esenler, TEM ve bağlantı yollarının devreye girmesiyle 1980’lerin ikinci yarısında nüfus ve yapı patlaması yaşayan diğer ilçeler gibi, büyük bir hızla büyüdü. Bizzat Topbaş’ın da görev aldığı yerel yönetimler, kaçak ve dolayısıyla düzensiz yapılaşmanın yarattığı bu büyümeye oy toplama uğruna seyirci kaldı. Görüntüsünden rahatsız olduğu ve “kamuflaj”ını gerekli gördüğü çirkinliğin oluşmasında, gerek mimar unvanıyla danışmanlığını yaptığı ve gerekse Beyoğlu belediye başkanı olarak birlikte çalıştığı yerel yönetimlerin sorumluluğu var.


(Sukemerinin 1983 yılında çekilmiş görüntüsü)

Sukemerinin 1983 yılında İSKİ tarafından yayımlanan "Tarih Boyunca İstanbul'da Sular" isimli kitapta yer alan fotoğrafı, bölgedeki yapılaşmanın hızı konusunda fikir veriyor. Fotoğrafın çekildiği tarihte Vatan Caddesi’ni Mahmutbey’e bağlayan otoyol henüz hizmete girmemişti. (Bu otoyolda Mahmutbey yönüne ilerlerken, Esenler’deki Yaş Sebze ve Meyve Hali’ni geçer geçmez sağ tarafta Avasköy Sukemeri’ni görmek hâlâ mümkün. Ancak bu görüş çok kısa süre sonra kapanacak.) Fotoğrafta uçsuz bucaksız gibi gözüken bir arazi ve sukemerinden başka hiçbir şey bulunmuyor.

Avasköy Sukemeri’nin 1983 yılındaki -kuşatılmamış- halini artık sadece, bu kemerin birkaç kilometre batısında yer alan Mazul Kemer’de görebiliyoruz. Bağcılar’da, Galericiler Sitesi’nin (Oto Center) tam arkasındaki bu sukemeri askeri saha içerisinde yer alma şansına sahip. Ve bu sayede, Avasköy Sukemeri’nden belki bin yıl daha eski olmasına rağmen, zamanın getirdiği yıpranma dışında özgün görüntüsünü koruyabiliyor. Diğer kemerler ve su yapıları, İstanbul gibi yağmalanmayı bekliyor. Kemerburgaz’a ismini veren eserlerden ve dünyanın en güzel su yapılarından Uzun Kemer, Kemer Counrty ve havuzlu villalara doğal bir “çit” vazifesi görüyor. Yine Esenler’deki Alipaşa Sukemeri, inşa edilen otoyolların altında kaldı. Bırakın ücra köşeleri, kent meydanındaki su yapıları bile ağır tahribat altında. Taksim’e ismini veren tarihi su tesisleri, arkasındaki otoparkın gazabına uğruyor; duvarlarına aydınlatma direkleri monte edilmiş, bilboardlar yerleştirilmiş. Örnekleri çoğaltmak mümkün.

İstiklal Caddesi’nin başındaki Taksim Maksemi’ndeki çeşmelerden birinin üzerinde “Her şeye su ile hayat verdik” anlamındaki ayet asılıdır. İstanbul’a hayat veren, kent siluetine 1600 yıldan uzun süre eşlik eden anıtsal su yapıları geri dönülmez şekilde tahrip ediliyor. İstanbul sözde modernleşirken, çağdaşlığın gerçek göstergesi olan değerlerini yitiriyor...

Yazı ve fotoğraflar: Gökhan Tan / Atlas




Not 1: Bugün sayfalarımızı tanımaktan her zaman "gurur duyduğum" gazeteci dostum, Atlas dergisinin İstanbul dosyalarını hazırlayan fotomuhabiri Gökhan Tan'a açıyoruz... Gökhan'ın bahsettiği bu kültürel ve tarihi yağmanın boyutları, özellikle Kadir Topbaş'ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde azıya almış durumda.

Son birkaç gündür gazetelerden öğrendiğimiz kadarıyla Kadir Topbaş, İstiklal Caddesi'nden granit taşlarıyla kaplanmasından sonra "yedi tepenin altına yedi karayolu tüneli" gibi akla ve tarihe ziyan bir projeye girişmiş! Dolmabahçe Sarayı'nın yanından geçecek olan karayolu tünelinin ne anlama geldiğini ve bu tünelin "20 yıllık öyküsünü", önümüzdeki günlerde ayrıntılarıyla anlatacağım.

Birileri bu adamı engellemeli!


Not 2: Yazı ve fotoğraflar için Gökhan Tan'a teşekkür ederim. Gökhan'ın Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde kısaltılarak yayınlanan bu haberinin "tam metnini" böylelikle de yayınlamış oluyoruz...

11 yorum:

YALNIZLIK OKULU dedi ki...

BUNLAR DAHA YENİ BAŞLIYORLAR EMİN OLALIM YAPTIKLARI YAPACAKLARININ TEMİNATI ŞEKLİNDE..
EĞER SEVGİLİ BAŞBAKANIMIZ ÖNÜMÜZDEKİ SEÇİMİDE KAZANIRSA BU ŞEKİL İYİCE ARTARAK GELİŞECEK HER YER BİRER RANT KAPISI OLACAK...

YANİ ELVEDA MİMAR SİNAN..
ELVEDA İSTANBUL...
ELVEDA DOĞA...
ELVEDA TÜRKİYE...

Murat Artan dedi ki...

dünya başkenti değil de tarih ve medeniyetler başkenti olarak gördüğüm İstanbul'un bu şekilde deforme edilmesi beni çok üzüyor ama alıştım artık bunlara. kimbilir birileri bu işe dur demezse daha neler duyacağız. Çirkinlik abidesi Dubai kulelerine de diyecek hiç bir şeyim yok...

cenkunal dedi ki...

İvriz'in dünya başkenti yerine ikame ettiği kültür ve tarih başkenti ibaresi çok hoşuma gitti.Tebrikler...

Ertan A. dedi ki...

Biz Türkleri ajite etmek ne kadar da kolay. Ben Esenler'de büyüdüm. Çocukluğum Avazköy su kemerinin bir km çapındaki çevresinde geçti diyebilirim. 1983 senesinde arkadaşlarımızla uçurtma uçurmaya, piknik yapmaya, saka-iskete yakalayan büyükleri izlemeye giderdik. Günümüzde çekilen resmin sol tarafında gördüğünüz Kemer mahallesidir. Kendisi bile varoş olan Esenler içinde bile varoş sayılan bir yerdi. Sanırım halen de öyle. Seksenli yılların sonlarında, şimdiki inşaat ile kemer arasına beldiye hayvan barınağı yapıldı. Barınağın üst tarafında kalan alan ise Esenler mezarlığı olarak kullanılmaya başlandı. İnşaatın yapılmasına manşetten karşı çıkanların bu güne kadar nerede olduklarını sormak istiyorum. Şundan emin olun ki inşaatın sahibi Albayraklar olmasaydı ne böyle bir manşet atılırdı ne de küçük bir haber yapılırdı. Gazete, inşaat hakkında haber yapabilmek için bir araştırma yapmış, bula bula da bunu bulmuş. Ben şahsen bir kere daha gördüm ki bizim büyük gazetelerin manşetlerini özel bir okur duyarlılığı ile okumak gerek. Yoksa yönlendirme kurbanı olmamak mümkün değil.

Şunu teslim etmek gerekir ki kentsel yapılaşma tarihsel ve doğal çevre ile uyum içinde olacak şekilde planlanmalıdır. Su kemeri çevresindeki geniş alanlar neticede şehrin merkezine çok yakın iskan potansiyeli olan meralardır. Kemerin kendisi ile birlikte çevresindeki çayırların güzelliğini, uygun bir park-mesken birlikteliği ile korumak mümkün olabilirdi ama bu şans 20-30 sene önce kaybedildi. Şimdi bunu inşaatın sahibinden hoşlanmadıkları için haber yapanların sahtekarlığını görmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Şehre su taşıyan bu kemerler zincirinin diğer halkalarını merak ettiniz mi hiç? Bir tepe önce veya bir tepe sonraki kemerlerin akibeti nedir sizce? Bu haberi yapan gazetenin bir de onlara göz atması basın ahlakı adına gerekmez miydi?

Selamlar.

Ali Işıngör dedi ki...

Doğruları yazdığınızda sık sık karşımıza çıkan bir tavırdır bu: "Niye şimdi yazdınız bu haberi?"

Eskiler bu tür yaklaşımlara "özrü kabahatinden büyük" der ve genelde de cevap vermezdi... Ama madem ki eleştiriniz Burkina Fasa Fiso'ya konuk olan Gökhan Tan'a yönelik, ben hemen birkaç cevap vereceğim.

Öncelikle şunu netleştirmek istiyorum. Avasköy su kemeri hakkında çeşitli haberler-yazılar sizin kanınızın aksine "yeni" değil, 1960'lardan bu yana yayınlanıyor! Oktay Ekinci'nin, Doğan Kuban'ın, Kazım Çeçen'in ve adları bu satırlara sığmayan yazarın pek çok yazı ve kitapları; Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazı dizileri; Yeni Yüzyıl'da çıkan manşetler; çeşitli tarih dergilerinde her bir su kemeri için ayrı ayrı hazırlanan dosyalar; bunların hepsinde bu yapılar geçirdikleri tüm evreleriyle ele alındı. Ve ben size bir şey söyleyeyim mi? Geçmişte bugünkünden çok daha duyarlıydı basın kuruluşları bu konulara... Keşke daha fazla manşete çekilse bu haberler!

1960'lardan bu yana yapılan yüzlerce haber, yazı, akademik çalışma ve konservasyon raporları çok az işe yarayabildi. Bunda en büyük payın, rant hırsıyla şehrin tüm tarihi arkolojik alanlarını yerleşime açan yerel yönetimler kadar, yaşadıkları mahalleye sahip çıkmayan İstanbullulara ait olduğunu düşünüyorum.

Bir başka deyişle söylemek gerekirse, bir Esenler semti sakini olarak siz de suçlusunuz...

İstanbul'un bugünlere gelmesinin en büyük suç ortağı, bizleriz. Kendimizi kandırmayalım.



"Şehre su taşıyan bu kemerler zincirinin diğer halkalarını merak ettiniz mi hiç? Bir tepe önce veya bir tepe sonraki kemerlerin akıbeti nedir sizce?"
demişsiniz.

Burada soruyu haberi yapan kişiye, Gökhan Tan'a yönelttiğinizi varsayıyorum. Hemen cevabını vereyim...

Gökhan, şimdilerde Aksaray Hamamı'nın bulunduğu konuma düşen ve Bizans döneminde Septimus Severus Gölü olarak anılan son su makseminden Belgrad Ormanları'nın derinliklerine kadar uzanan ve önemli bir kısmı da Osmanlı döneminde mükemmelleştirilen/inşa edilen su dağıtım şebekesinin yüzlerce farklı bileşenini inceleyen, kareleyen ve şu an ne halde olduklarını haberleştiren bir gazetecidir.

Bugüne dek Osmanlı su ve kemer yollarının üzerine yazılmış en ciddi çalışmalardan biri de yine Gökhan Tan'ın imzasıyla, Atlas dergisinde yayınlandı.

İstanbul su ve kemeryolları hakkında bir bilgi kırıntısına ihtiyaç duyduğunuzda, İstanbul'da gidebileceğiniz az sayıdaki adamdan biridir Gökhan...



"İnşaatın sahibinden hoşlanmadıkları için haber yapanların sahtekârlığı"
demişsiniz...

Sizce sahtekâr olan kim? Günlerini İstanbul'un ve kemer yollarına belgelemeye adayan bir Atlas dergisi çalışanı mı? Buralara imar izni veren yerel yönetimler mi? Yoksa "bu haberi şimdi niye yaptınız" diye soran semt sakini mi?

Zor bir soru...

cumartesi dedi ki...

ışıngör'ün cevabına eyvallah, söylenecekleri söylemiş zaten. ama ben kendi adıma, hayatlarımızın orta yerine çöreklenen bilumum sahiplerden hiç mi hiç hoşlanmadığımı söylemek istiyorum.

hera dedi ki...

sorun nereli olduğunuz nereli hissettiğiniz meselesi değildir.
sorun hangi firmanın bilmemnekadar kuruşa vatandaşa ev satabilmesi de değildir.
esas sorun, yapılan haberlerin dünyayı değiştirebileceğine inanmanız, sabah kalkmanızdan akşam yatmanıza kadar hep dünyanın kendiliğinden değişmesini beklemenizdir. bu haber 30 sene önce yapılsaydı (ki bilindiği üzere 30 senedir istanbulun tarih eserleri konusunda mimarlardan çok haberciler çalışmışlardır) şimdi istanbul korunmuş, çevre güzel, yollar iyi, trafik yok, çöp yok, hatta fakirlik yok olacaktı mı sanırsınız?
öyleyse bırakınız hiç değilse haber etsinler... hapsolduğumuz insan varoşundan çıkıp toprağa ve taşlara sarılalım ve madem 30 senedir bildiğimiz gerçekler var, bilmeyenlere anlatmak ödeviyle, ezilmek yerine bir araya gelip bu "adamlara" bir "dur" diyelim.

Ertan A. dedi ki...

Blog sitesini tartışma forumuna çevirmek istemem. Ama Ali Işıngör'ün yazısı üzerine cevap vermek hak oldu sanırım.

Gökhan Tan hakkında verdiğiniz öğretici bilgiler için teşekkür ederim. Anlattığınız profile sahip kişi her türlü takdire şayandır. Kendisini tenzih ederim.

Bu tür tarihsel duyarlılık sergileyen haberlerin gazetelerimizde manşetlere taşınması nadirattandır. Ben, bu haberin manşete taşınması ile inşaat sahibinin siyasi eğilimi arasında bir ilişki görüyorum ki basınımızın sicili bu konuda pek de temiz değildir. Buna inanıyorum ve bunu dürüst bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum.

Yorumumdan yola çıkarak beni sahtekarlıkla suçlama noktasına gelmenizi de tuhaf buldum açıkçası. Bu yaptığınız konukseverlik adabına sığmaz.

Kendime sadece şu soruyu sordum: proje sahibi gazetenin pek de hoşlanmadığını bildiğimiz grup olmasaydı bu haber manşet olur muydu? Yoksa hiç yapılmaz veya yapılsa da kendisine sayfa aralarında bir yer mi bulurdu?

Cevabımı zaten biliyorsunuz...

Ali Işıngör dedi ki...

Sayın Ertan Asan;

"İnşaatın sahibinden hoşlanmadıkları için haber yapanların sahtekârlığı" diyerek bu kelimeyi ilk telaffuz eden sizsiniz. Hatırlatırım :)...

Yorumunuzu okuyan pek çok arkadaş gibi bir noktayı anlamadım, açıklarsanız seviniriz. Ortada değeri tartışılmaz bir tarihi/arkeolojik alanın çok açık bir talanı var. Bu haberi bir gazetenin manşetine taşıması için suçu işleyenle illaki "can ciğer/kuzu sarması" falan mı olması gerekiyor?

Yoksa haberin doğruluğu, tarih talanının gerçekliği ve "kamu yararı" mıdır esas olan?

Bu tür haberleri umarım, daha sık manşetlerde görürüz...

Ertan A. dedi ki...

Sayın Ali Işıngör,

Yorumumun ana fikrini anlamamıştınız, son yorumunuzla da anlamamakta ısrar ettiğinizi gösteriyorsunuz. Beni, tarihsel duyarlılık içeren manşetlere karşı bir adam olarak lanse etmeniz tuhaf. Son cümlenizdeki dileğinize aynen katılıyorum, keşke bu tür manşetlerin sayısı daha da artsa. Fakat eğer bir gazete, normalde pek de duyarlı olmadığını bildiğimiz bir konuda birden bire hassasiyet kazanmışsa ben bir okur olarak bu tavrın altında başka bir incelik ararım. Siz pragmatik davranıp görmezden gelebilirsiniz, ben gelmiyorum.

Hele "şu can ciğer kuzu sarması" zıtlığından medet ummanız açıkçası komik kaçtı. Örneklemek gerekirse: "Birisini misafir etmek için onu sevmem gerekir. Misafir etmiyorsam ondan nefret ediyorum anlamına gelmez. Belki de sadece tanımıyorumdur". Gazetenin bu konuyu manşetleştirmesi için kuzu sarması olmasına gerek yok, sadece maksadı başka olmasın yeter.

"Haberin içeriği doğru da olsa, maksadı başakaysa ben bunu dürüst olmayan yayıncılık olarak görüyorum. Siz ise "olsun, haber doğru mu sen ona bak" diyorsunuz.
Hepsi bu.

Selamlar.

Ali Işıngör dedi ki...

Sayın Ertan Asan,

Gökhan Tan'ın bu haberin neden bana "tam metnini" göndermiş olabileceği ve neden benim bu haberi buradan yayınladığım konusunda hiç kendinize soru sordunuz mu?

Hemen bir konuyu açıklayayım. Birincisi, Hürriyet Grubu ile Albayraklar Grubu arasında bırakın çekişmeyi, çok ciddi bir işbirliği var. Eğer gazete okuyorsanız, "Kemer Evleri"nin hangi gazetelerde tam sayfa ilanlarının çıktığının da farkındasınız demektir...

Gökhan Tan'ın yaptığı bu haberin üzerine atlandığını falan düşünüyorsanız "fena halde" yanılıyorsunuz :)..

Söz konusu gazeteye Avro cinsinden 6 hatta 7 haneli reklam veren bir firma hakkında haber yapmak, konu "İstanbul" dahi olsa kolay değildir. Gazetecinin haberi hiç kullanılmaz ya da kuşa çevrilerek kullanılır...

Daha fazlasını yaz(a)mıyorum. Merak ediyorsanız, size bilahare anlatırım.

Sonra birileri çıkar, tek amacı Mimar Sinan'ın sukemerlerini korumak olan gazeteciyi suçlar: "Bu haberi şimdi niye yayınladınız? Maksatlı haber bunlar!" der.


"Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi" olmayın derim size...