Cumartesi, Ağustos 20, 2005

"Partizan değilim, sadece asiyim.."



2 Ağustos 2004...
O gün, Fellini’nin rüyaları,
dünya savaşlarının son acıları,
siyah-beyaz renkli tüm güzel kadınlar,

hepsi ama hepsi, beyaz atlara binip, bu dünyadan göçtüler...


Fotoğraf sanatının yaşayan iki büyük ustasından biriydi. Henri Cartier-Bresson, geçen yıl bu zamanlarda, Paris’teki evinde ölmüştü. Geriye, bir tek Sebastiao Salgado kaldı. Şansıma, her iki ustayı da yakından tanıma fırsatım oldu...

Bresson, fotoğrafçı arkadaşlarının deyimiyle, “Carpe Diem Ustası”, Magnum Ajansı’ndaki diğer fotoğrafçıların aksine, hiçbir zaman hayatı ciddiye almayan, gününü gün eden, yarını düşünmeyen bir “serseri”ydi... O sadece mesleğini değil, hayatını da fotoğraf kareleri ile yaşayan, “sonsuz yetenekli bir serseri”ydi...

1930’lu yıllarda Louis Aragon’un komünist gazetesi Ce Soir için çalışırken, ünlü şaire bir tartışma sırasında söylediği cümleler tam da onu anlatıyor: “Ben bir partizan değilim, sadece bir asiyim!”

Bir asi gibi hayatı dolu dolu yaşasa da, bir gün ölmekten hiç korkmadı. Le Monde ile yaptığı bir röportajda, çektiği karelere binlerce dolar ödeyen Amerikan basınından neden hoşlanmadığını açıklıyordu: “Asla ölümden konuşmuyorlar. Bu yüzden, yaşamdan ölüme geçişin belli belirsiz olduğu Meksika ve İspanya’yı tercih ediyorum...”

Hiç yorum yok: