Perşembe, Ocak 19, 2006

Don Kişot İstanbul'da! (2)


“Beni Konstantinopolis’e götürdüler”
Ansızın bir sessizlik çökmüştü “Teslimiyet Kahvesi”ne. Uzun Donlu Kişot’un elindeki sigara titriyordu. Sesinde bu Osmanlı paşasına karşı hiçbir nefret tonu yoktu:
"Uluç Ali Paşa, padişahın esiri olarak 14 yıl kürek çekmişti; 34 yaşından sonra, kürek çekerken, bir Türk’ün kendisine tokat atması üzerine sinirlenip, dinini değiştirmişti. O kadar cesurdu ki, padişahın çoğu gözdesinin başvurduğu ahlaksızca yollara başvurmadan Cezayir beylerbeyi olmuş, sonra da hükümdarlığın en yüksek rütbelerinin üçüncüsü olan kaptan-ı deryalığa getirilmişti. Tunus’taki Halk-ül Vadi Kalesi’ni ele geçirip yıktıktan sonra, donanma Konstantinopolis’e muzaffer bir şekilde döndü.”

Aslen Calabria’lıydı, ahlaklı ve iyi bir adamdı, esirlerine çok insanca davranırdı. Öldükten sonra, geriye kalan 3.000 esiri, vasiyetnamesine uygun şekilde, her ölenin mirasçısı kabul edilen ve ölenin diğer çocuklarıyla birlikte mirasını paylaşan padişah ile diğer dönme askerler arasında paylaştırıldı. Ben Venedikli bir dönmeye (Cezayir dayısı Hasan Ağa) düştüm...”

Halatları ibrişimden, yelkenleri atlastan donanma
1536 yılında İtalyan asıllı, Luca Galeni isimli genç, papaz olmak hayaliyle Napoli’ye gitmek ister. Bindiği gemi Ali Reis tarafından ele geçirilince, esir alınır. Müslümanlığı seçtikten sonra, denizlerdeki kıvrak zekâsı ve cesaretiyle göz doldurarak kaptanlığa kadar yükselir. Luca Galeni adı Uluç Ali’ye çevrilir.

İnebahtı Deniz Savaşı sırasında donanmanın 42 parçalık bir filosuna kaptanlık eden Uluç Ali Paşa, akıllıca yaptığı manevralarla Malta donanmasını batırarak İstanbul’a dönmeyi başarır.

Kanuni’den sonra Sultan II. Selim’e de vezirlik eden Sokullu Mehmet Paşa, bu yürekli ve yetenekli denizcinin Uluç olan lakabını Kılıç’a çevirerek onu donanmanın başına getirir. Sokullu, paşadan yeni bir donanma inşa etmesini şu sözlerle emreder: “Paşa, paşa! Sen bu devleti anlayamamışsın! Eğer bu devlet isterse, bu donanmadaki gemilerin halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan donatır! Eğer zamanında sana istediğin malzemeyi veremezsem, gel benden bunları iste!”

Ve İnebahtı’dan beş ay sonra, Kılıç Ali Paşa kumandasında 300 parçalık bir donanma, yine İtalya açıklarında gezinmeye başlar...

İnşaatında Cervantes’in çalıştığı cami!
Uluç Ali Paşa görkeme de meraklıdır. Osmanlı padişahı III. Murat’ın oğlu şehzade Mehmet için Sultanahmet Meydanı’nda (At Meydanı) yapılan meşhur sünnet düğününde, paşa tarafından sunulan havai fişek ve ışık oyunları İstanbulluları büyülemiştir... Paşa, adının bir cami ve külliye ile yaşamasını ister. Ama, Sultan III. Murat bir türlü külliyeyi inşa edebileceği yeri gösterememiştir. Bunun üzerine Uluç Ali Paşa, o sırada bir koy olan Tophane sahilini doldurarak, Mimar Sinan’dan burada “eşi görülmemiş bir cami”yi inşa etmesini ister!

Son seferinden sonra İstanbul’a döndükten sonra sayısı 3.000’i bulan kölelerinin önemli bir kısmını Mimar Sinan’ın emrine verdiği biliniyor. Kılıç Ali Paşa Camii’nin inşaatı sırasındaki harcamaların kaydının tutulduğu yevmiye defterlerinde, bir ilginç isim karşımıza çıkıyor: Miguel de Saavedra!

Ünlü siyaset adamı ve tarihçi Nasuh Nuri İleri’nin bulduğu bu kayıt, gerçekten Cervantes’e ait olabilir mi? Akdeniz korsanları üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan İtalyan tarihçi Roberto Damiani’ye göre bu “neredeyse kesin”! Roberto Damiani, daha da ileri giderek, kölelerine karşı merhameti ile tanınan Uluç Ali Paşa’nın, Venedik kayıtlarına göre, İtalyan ve İspanyol kökenli köleleri için caminin yanında bir de mahalle kurdurmasını anlatıyor. Uluç Ali Paşa’nın doğduğu kasabanın adını verdiği "Calabria Nuova” mahallesi, bugün caminin hemen karşısındaki “Karabaş Mahallesi” olabilir mi acaba?


“Saavedra adındaki bir İspanyol askeri”
“Teslimiyet Kahvesi”ndeki uzun donlu ihtiyarın sesi artık çok daha cılız çıkıyordu... Öykü, ailesinin 1.000 altın paralık fidyeyi son anda bir araya getirerek, onu beş yıllık esaretten kurtarması ile sona eriyordu. Uzun Donlu Kişot, hiçbir şey için üzgün değildi. Geride bıraktığı bir arkadaşı dışında:
“Eğer fidyem bir gün daha gecikseydi, yeni sahibim Hasan Ağa ile geldiğim Cezayir’den tekrar Konstantinopolis’e dönmek üzere yola çıkıyordum. Bu yüzden çok acı çektim. Beylerbeyinin fidye bekleyen esirleri, diğer forsalarla birlikte işe koşulmazlar. Ben de fidye bekleyenler arasındaydım. Açlık ve çıplaklık bazen, hatta her zaman bizi üzdüğü halde, sahibimin Hıristiyanlara karşı görülmedik, duyulmadık zulümlerini sürekli görüp duymak kadar canımızı sıkan başka bir şey yoktu. Her gün birini asıyor. Bir başkasını kazığa vuruyor, bir diğerinin kulağını kesiyordu; üstelik bunları öyle sebepsiz yere yapıyordu ki... Şerrinden kurtulabilen tek kişi, Saavedra adında bir İspanyol askeriydi...”

Bu yaşlı ve yalnız ihtiyarın öyküsünün sonunu biz getirelim...

Miguel de Saavedra Cervantes, esaretten kurtulup ülkesine döndükten sonra 1585’te evlendi. Kaybettiği sol eli yüzünden iş bulamadığı için, yazarlığa başladı ve ilk kitabını da evlendiği yıl yayımladı. Ama geçim sıkıntısı içindeydi. Karısını ve evini bırakıp gezici vergi memurluğu yapmaya başladı. 1587’de halktan topladığı vergiyi bir bankere kaptırınca, hapse girdi ve iki yıl hapiste kaldı. Daha sonra yeniden hapse düştü; ama, bu defa fazla yatmadı, aklandı. 1605’te tekrar devlet memuru oldu ve en önemli eseri Don Kişot’u yayımladı.

Cervantes, Don Kişot'tan önce de kitaplar yazmış, ama başarılı olamamıştı. Ancak, Don Kişot sayesinde sadece İspanya'da değil, bütün Avrupa’da zirveye çıktı. Hatta eserinin, o dönemde bile taklitleri yayımlandı. Cervantes, 22 Nisan 1616’da Madrid'de öldüğünde artık şöhretinin doruğundaydı.

Bir elini kaybettiği İnebahtı Savaşı’nın ve esir olarak geçirdiği beş yılın hatıraları, Cervantes'in bütün eserlerini derinden etkiledi. Anlayacağınız, İnebahtı’da bıraktığı sol eli, onun arkasında dünya çapında ve asırlar boyunca hatırlanacak iki eser bırakmasını sağladı: La Mançalı Yaratıcı Asilzade Don Kişot’u ve İstanbul’daki Kılıç Ali Paşa Camii’ni...




Not 1: Cervantes’in metinlerinde “Uluç Ali” olarak geçtiği için, yazı içinde Kılıç Ali Paşa’nın adını Kaptan-ı derya olmadan önceki haliyle kullandım.

Not 2: Birinci bölümü geçen hafta yayınlanan bu "deneme" içindeki mavi renk ile işaretlenen bölgeler, Don Kişot romanından kısaltılarak alınmıştır.



Kaynaklar---------------
Proyecto Quijote - Madrid
Cervantes: Su Obra y Su Mundo, Madrid 1981
Vida de Miguel De Cervantes Saavedra, Espasa-Calpe, Madrid 1972
Corsari del Mediterraneo, Roberto Damiani, 2004
La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote, YKY, İstanbul 2004
“Don Kişot yazarının sol elini bir Türk güllesi götürmüştü”, Murat Bardakçı, Hürriyet (10.11.2003)

3 yorum:

A. Murat Eren dedi ki...

müthiş keyifli :) elinize sağlık..

Özlem Özgöbek dedi ki...

Tam da bu yazıyı okuduğum gün Kılıç Ali Paşa camisinin yanından geçmek ayrı bir tat kattı yazıya. Elinize sağlık :)

Özge Başağaç dedi ki...

2005 yılının Ekim ve Kasım aylarını Kılıç Ali Paşa Camii'nin restorasyon projesini hazırlamak için bizzat caminin içinde ve üzerinde (çatıda:)) geçirdim. Her sabah gözümü orada açtığım için midir bilinmez bana Mimar Sinan'ın en güzel eseri gibi görünüyor şimdi. Aslında camii bir hamam, medrese ve türbe ile birlikte bir yapı grubu oluşturuyor. Ancak mülkiyet sorunları sebebiyle özellikle medrese ve hamamın hali içler acısı.Eğer caminin arka bahçesine geçme fırsatınız olursa Kılıç Ali Paşa'nın ruhuyla sohbet edebilirsiniz çünkü kendisiyle beraber sevdiği pekçok adamı da oraya gömülmüştür. Mezarların bezemeleri bile denizcilere özgüdür.O kadar canlılar ki sanki elinizi çırpsanız birkaç yüz cengaver ayaklanacak gibi:)