Cuma, Şubat 24, 2006

Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş..


Sekiz yıl önce "kısa bir süreliğine de olsa" beraber çalışma fırsatını bulduğum, tanıdığım en iyi gazetecilerden biri olan, mütevazı insan, yaptığı röportajları kıskandığım "arkadaşım" Baki Koşar'ı kaybettik. Evinde bıçaklanarak bir cinayete kurban giden Baki, kimsenin görmediğini görür, kimsenin cesaret edemediği röportajları yapardı...

O, CNN Türk'ün sesiydi. Mardin'de kalan son Süryanileri bize o anlattı, Birecik Barajı'nın altında kalacak köyleri ondan işittik, Batman'a "ölmeye yatarak" intihar eden genç kızların öyküsünü bizlere yine o fısıldadı...

Ne diyelim? Aradan çekilip, 2000 yılında yaptığı bir haber ile sözü Baki'ye bırakalım.

(...)

Belkıs'ın gözyaşları Fırat'a akıyor

Bir hayalet köydü artık Belkıs Köyü. Gözyaşlarını Birecik Barajı'nın derin suları yutuyordu..


Fırat Nehri, Birecik Barajı'yla gönülsüz gönülsüz sevişiyor nicedir... Sular dizleri geçince, terketmek zorunda kalmış Belkıs köyünü köylüler... Belkıs köyü sakinleri çok kısa bir zaman sonra Birecik Barajı'nın sularına gömülecek olan köylerinin hasretini şimdiden yüreklerinde duyuyorlar... Öyle ki, yeni yerleştikleri Nizip'ten yolları, bayırları aşarak köylerini ziyarete geliyorlar. Suların giderek yükseldiğini içleri sızlayarak izliyorlar...

"Şurada çocukların yatak odası vardı. Burada uyurdu çocuklar. İşte şurası da anamın ekmek pişirdiği tandırın yeriydi. Bakın, hâlâ izleri duruyor" diyor bana bu ziyaretçilerden biri, eski bir Belkıs Köyü sakini. Gencecik eşiyle birlikte gelmiş köyüne. Burada sevmişler birbirlerini, burada evlenmişler. Evliliklerinin henüz üçüncü ayında da suların yükseleceği haberini almışlar... (Hiçbir baykuşa rastlamadık oysa bu doğa harikası bölgede...) Utangaç, mahçup karısı. Konuşmak istemiyor. Gür kirpikleri, iri, siyah gözlerini döverken meraklı ama ürkek bakışlarla izliyor bizi.

Küçük bir çocuk... On beş yaşındaymış henüz...

"Akşamları, akrabalarımıza, komşularımıza giderdik. Fırat Nehri'nde çimerdik. Arkadaşlarımızla buluşur çay yapardık. Dağlarda koyunlarımızı, kuzularımızı güderdik..."

'Özleyecek misin peki köyünü' diye soruyorum. Gözlerinde bir buğu... Titreyen sesiyle, gözyaşlarına güçlükle engel olarak yanıtlıyor beni: "Hem de çok... Ama ne yapalım" diyor.

Yüz yirmi haneli bir köy Belkıs. Antep'in Nizip İlçesi'ne bağlı. Yapılması 1999'ların başında gündeme gelen Birecik Barajı'nın çağdaş kurbanlarından biri. Barajın, bir de bir milat kadar eski kurbanları var. Belkıs köyü, tamamen arkeolojik bir alan çünkü. Milattan önce birinci ya da ikinci yüzyıla ait sayısız tarihi eserin her köşesinde, her kıvrımında saklı olduğu önemli bir toprak... ("Mezopotamya"nın neresi değil ki zaten?). Gecesini gündüzüne katarak çalışan idealist bir arkeolog grubu, Belkıs tamamıyla sulara gömülmeden, buradaki tarihi eserleri gün yüzüne çıkarmak için inanılmaz bir savaş veriyor. Bu ekibin başındaki arkeolog Mehmet Önal, bizim aracılığımızla, "Biraz daha zaman, ne olur, biraz daha..." diye sesleniyor yetkililere. Önal, bu feryadında haklı. Çünkü Belkıs Harabeleri'nde, önce Savaş ve Bereket Tanrısı Ares diğer adıyla Mars'ın heykeli, hemen ardından da milattan sonra birinci yüzyılın üçüncü yarısına ait olduğu tespit edilen iki torba dolusu (iki bin beş yüzü aşkın) Greko - Romen şehir sikkeleri bulundu ki, bu sikkelerin üzerinde dönemin Roma imparatorlarının resimleri ve yer yer yanık izleri var. Bu izler, Sasanilerin, Roma'da çıkardığı büyük yangını da somut olarak ispatlayan ve günümüze kadar ulaşan gerçekten son derece önemli kanıtlar, izler... Bu iki önemli bulgu (özellikle Mars'ın heykeli), dünyanın gözünün buraya çevrilmesini sağladı. Ancak bir zamanlar, burada bizden önce, Roma gibi başka uygarlıkların da yaşadığını gösteren daha binlerce eser bulundu ve bulunuyor. Oysa, Belkıs köyü, yazıkki Birecik Barajı'nın sularıyla, Fırat'ın deli dalgalarıyla savaşından yenik düşecek...

Belkıs köylüleri de tıpkı kendilerinden önce burada yaşamış milletler gibi terkettiler artık Belkıs köyünü, terketmeye zorlanıyorlar... Ancak onlar, sözgelimi Romalılar gibi kendilerinden somut bir iz bırakamayacaklar sonraki kuşaklara; çünkü her şeyleri sular altında kalıyor. Bu nedenle, sular altında kalacak olan atalarına, yakınlarına ait mezarları da kazdılar, kemiklerini çıkartıp yanlarında getirdikleri apak, tertemiz kefenlere doldurup saygıyla kucaklarında taşıdılar, yeni yerleşecekleri yerde açtıkları, suların göremeyeceği başka mezarlara gömdüler. Gazeteci olarak Belkıs Harabeleri ve Birecik Barajı ilişkisini yerinde araştırmak için gittiğim Belkıs köyünde buna bizzat tanıklık ettim, mezarlarını kazan köylülerle konuştum. Çocukluklarından beri ziyaret etmeye, başlarında bir Fatiha okumaya alıştıkları, kiminin babasına, kiminin eşine, kiminin çocuğuna, kiminin dedesine ait mezarları neden kazdıklarını, içindeki kemikleri neden çıkarttıklarını sordum. Buruk yanıtlar aldım hepsinden: "Çünkü sular altında kalacak abi, onları da yanımızda götürmek istiyoruz..."

Gerçekten beni son derece etkileyen, sarsan görüntülerdi onlar... Birkaç gün sonra, içinden kemikler çıkartılmış o mezarlar da sulardan görünmez olmuştu artık.

Belkıs köyü, kimsenin ziyaretine gelmediği, yalnız bir mezar gibiydi. Virane olmuş evlerinin yarısı Fırat'ın suları altında kalmıştı. Bu haliyle, görkemli ama hüzün veren bir resim, düşle gerçek arasında bir tablo gibiydi...

Bir hayalet köydü artık Belkıs köyü. Gözyaşlarını Birecik Barajı'nın derin suları yutuyordu...

Baki Koşar
(Gazeteci)

Hiç yorum yok: