Salı, Ekim 18, 2005

Sevgi kelebeği MHP!


Bugünkü Ortadoğu gazetesinde -Hemen söyleyeyim, MHP'nin yayın organıdır kendileri- bendeniz Ali Işıngör, "İstanbul'u Yunan'a geri vermek isteyen, dış mihrakların AB uzantılı maşası" olarak yer aldım!

Vallahi şaka değil! Sabah henüz uyku mahmurluğunu atamamış bir halde işe gelmiş, ekranla birbirimize boş boş gözlerle bakma faslına dahi geçmemişken, genel yayın yönetmenimiz Özgür Atanur'un şuh kahkahasıyla kendime geldim:

"Oğlum Ali, Ortadoğu gazetesi çeyrek sayfa senden bahsediyor bugün! Seni hedef göstermişler, memleketi parçalıyormuşsun!"

Ne yalan söyleyeyim, yazıyı okudum ve ne demeye çalıştıklarını anlamadım! Yazının başı benim hazırladığım "Kayıp kentin sokak haritası" kitapçığının sanki bir "reklam metniymiş" gibi giderken, sonu Ali Işıngör'ün İstanbul'u Yunanistan'a ya da ne bileyim Vatikan'a hediye etmeyi hedeflemesi ile bitiyordu!

Şimdi bunu niye ciddiye aldığımı sorabilirsiniz. Aslında almıyorum da... Ama şu soru sabahtan beri kafama takılmıyor değil: "Madem İstanbul'un biz Türkler'den önceki geçmişi sizi bu kadar rahatsız ediyor, o halde neden fethini her yıl törenlerle kutluyorsunuz? Her yıl Topkapı surlarına çıkıp, elde kılıçlarla neden bu kenti yeniden fethediyorsunuz? Gizli bir mazohizmden dolayı ya da aslında hâlâ bilinçaltında sizin olmadığını düşünmenizden ötürü mü?"

Halbuki o kitapçıkta şunu anlattığımı düşünüyordum. İstanbul bir imparatorluklar şehridir ve bugün üzerinde "son imparatorları" yani bizler oturuyoruz... Roma'dan gelen, Bizans ile devam eden, Osmanlı ile doruğa çıkan bu kentin tarihini anımsamak, olsa olsa kenti ve şimdiki sahiplerini onurlandırır! Üzerinde oturduğunuz toprak parçası, sadece Osmanlı'nın değil, 2.000 yıl boyunca tüm dünyanın merkeziydi! Arkadaşlar şimdi söyleyeceğim şaka değil. Bugün Yerebatan Sarnıcı'nın yanındaki o taş sütun yani Milion Taşı, oraya dünyanın merkezini göstermesi için konmuştu!

Aslında bir şey daha aklıma geliyor ama... Söylemeye dilim varmıyor.

"Yoksa, o hiç sevmediğiniz Roma'nın ve Bizans'ın "gerçek mirasçıları" olduğunuzu hatırlattığı için mi İstanbul'u sevmiyorsunuz?"

(...)

Bu arada Pardus kapağı yüzünden bir Microsoft sertifikalı sistem mühendisinden hayatımdaki en garip okur mektuplarından birini aldım. İsmi bende saklı bu güzide sistem mühendisimiz, Pardus'un bir Knoppix klonu olduğunu (?), dolayısıyla Linux'un "suyunun suyunun suyu" olduğunu ciddi ciddi savunuyordu!

İşin garibi, bunları yazan arkadaşın aynı zamanda bir Microsoft eğitimcisi olmasıydı! Sabrım günlük "istiab haddini" fazlasıyla aşmış olduğundan, oturup sert bir cevap yazdım. Arkadaşlar, MCSE olmak bu kadar "naylon"laştı mı?

7 yorum:

M dedi ki...

Ne diyeyim vallahi, gece gece hayli güldüm. Gazete'nin internet sayfasında haberi bulamadım, sanırım yok. Bu aralar nerdeyse her ili bilmem nere başkenti ilan etmişler.

Burdan Ali Işıngör'e sesleniyorum;
İstanbul'u Yunan'a bir çırpıda vermeyin Ali Bey, müzakereler sırasında peyderpey veririz. :)

Zafer Karkac dedi ki...

ben bu tip insanlara balık hafızalı diyorum. Bunlar nerede kimin evini alıp oturduklarını bilmeden, doğdukları büyüdükleri köyün kasabanın isimlerinin nereden geldiğini bile bilmeden yaşar giderler. Aynı zihniyetler bu topraklarda ki tarihi eserlerin, hatta tapınakların parça parça yurtdışına götürülmesine göz yummuş bunlardan kazanç elde etmeyi seçmiştir. Kimden kalmış olursa olsun bu topraklardaki değerlere tarihe sahip çıkmak, araştırmak, öğrenmek bana sorarsanız yapılabilecek en milliyetçi davranıştır. Bu işler her sene surların tepesine bayrak dikmekle olmuyor.

cartman dedi ki...

MCSE ne demek onu anlamak lazım önce: Microsoft Certified Solitaire Expert ;-)

Berkin Bozdoğan dedi ki...

Anlaşılan o ki Ali Bey, başbakanla iş bölümü yapmış, biri ülkeyi pazarlıyor diğeri İstanbul'u... :)

- - -

Pardus'un GNU/Linux toplumuna ne kattığı ne katmadığı tartışmaya açılabilir, tamam; fakat "suyunun suyu" gibi bir tabiri yapılanları gözmezden gelmek için kullanılmışsa, bu bize düşünce sistemi tamamen faklı çalışan bir insanın olaya nasıl baktığını iyi gösteriyor. Burada açık koddaki gelişim süreçleriyle kapalı kodlu sistemlerin gelişim süreçleri arasındaki benzersizlik ortaya çıkıyor. Zira bir yerden bakınca bu suyunun suyu geliştirme yöntemi en iyi kodun kalması ve açık sistemlerin evrimleşmesi için bir yöntem olarak da yorumlanabilir. Karşı taraftakiler ise bu olaya "oradan buradan almış almış birleştirmişler, öyle de sistem mi geliştirilir yahu?" şeklinde bakıyorlar. Tabii biz buna suyunun suyu diye isim takmıyoruz, o ayrı bir konu. :)

- - -

MCSE konusunda ise bu sertifikalara Bilgisayar üzerine Üniversite eğitimi görmüş gençlerimizin başvurmaları söz konusu. MCSE çok da naylon bir sıfat değil belki; fakat üniversite mezunu mühendislerimiz diplomalarını aldıklarında bu sıfatın karşısında duracak bir sıfata sahip olmuş sayılmıyorlar. Sorun nerede acaba?

Adsız dedi ki...

> MCSE çok da naylon bir sıfat değil
> belki

Peh.

Microsoft ürünleri değiştikçe sertifikalarını expire olur, bir daha para verip bir daha alırsınız; ben tedahüldeki ürünün ne olduğunu anlamaktan başka işe yaramayan sertifikaya naylon bile demem (naylon dediğimiz şey hegza-metilen di amin ile adipik asitin kondesyasyonundan ortaya çıkar, o kadar küçümsemeyin).

Bari mühendislerimiz de yeniden okusunlar bilgisayar dünyasında sözü geçen ürünler değiştikçe okullarını. Neyse ki 6235 sayılı Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu yüzünden "Mühendisiz biz" diye gezmiyorlar ortada; o 'E' kısa bir süre
önce Engineer'dan Expert'e dönüştürüldü sessiz sedasız (sertifikalı sistem mühendisiyim diye caka satanlara selam olsun [paranızı geri isteyin bence]). Bizim bilgisayar mühendislerimizin fabrika çıkışı ne kadar bilgisayar mühendisi, o apayrı bir mevzu.

"Must Consult Somebody Else" lisansına sahip nice bilgisayar insanı gördüm, aslında yoktular.. İsim vermeye gerek yok, hepimiz tanıyoruz (bir tek onlar farkında değiller); hatta Ali Işıngör'e kimin e-posta atmış olabileceğine dair tahminler bile geliyor aklıma.. Hem Pardus'u Knoppix sanacak kadar cahil hem de bunu dile getirecek kadar cesur kişi sayısı belli ülkemizde. İnsan ya sormasını bilmeli, ya okumasını bilmeli ya da susmasını bilmeli bence..

--

PS: İstanbul'u satacak olursanız haber vermeyi ihmal etmeyin.

Adsız dedi ki...

Adı bende saklı demişssiniz ama galiba bildim ben bu MCSE ve Microsoft egitmeni bu okuyucunun kim olduğunu :) Ayrıca birkaç kitap yazmış olmasın?

Ali Işıngör dedi ki...

Sanırım bu arkadaşın kim olduğunu herkes çok doğru bir şekilde tahmin ediyor :)...

Ünü etrafa epey bir yayılmış, Meren Bey'in isabet buyurduğu gibi yasalarımıza göre "sistem mühendisi" olamayacağı halde olduğunda ısrar eden, beş muhteşem kitabı bizzat yazmış, Amerika'daki "antin kuntin" dergilere yazabilen tek Türk unvanını taşıyan, insanüstü bir varlık kendisi...

Bu arada üyesi olduğum blog aleminin sarsılmasını engellemek ve haksız rekabete yol açmamak için kişisel sitesinin linkini burada vermiyorum.

Sadece şu kadarını söyleyebilirim: Bir sabah uykusuna, bir de kişisel sitesinin "sosyal yazılar" bölümündeki "Amerika neden savaşıyor?" başlıklı yazısına doyamadım...