Pazar, Kasım 06, 2005

Karl Marx ve mahdumları


"Teoriden sonra hayat var mı?"

Aslında yazmak istediğim ilk yazının başlığı buydu. Marx'ı anlamaya çalışmakla, marksist olmanın ayrımının bile bilinmediği ülkemizde, Karl Marx'a dair bir blog yazısı yazmak çok tehlikeli olabilir.

Yazının tam da burasında, Karl Marx'ı Marks&Spencer mağazasının Lorel'i sanan yüzde 80'lik bir okuyucu profili, siteden kaçacak mesela :)...

Neyse, kalanlarla yola devam edelim... Akşamın bu saatinde, politik tartışmalara girmeksizin, "insan Karl Marx"a dair birkaç anekdot anlatmak istedim.

Karl Marx'ın “İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen, onların bilinçleri değildir; bu maddi koşullar, onların bilinçlerini belirler” sözü, onun hayatını da özetler gibidir... Prusya hükümeti tarafından Fransa'ya, oradan Belçika'ya, Belçika kralının da "ricasıyla" İngiltere'ye postalanmıştı. Londra'da ilk kaldığı mahalle, şimdilerde petrol zengini bir Rus'un futbol takımına başkanlık ettiği, Chelsea mahallesidir. İşin garibi, Karl Marx'ın şöhretinin doruklarında olduğu 1849 yılında, onunla aynı sokakta oturan bir de ilginç komşusu vardı: "Vatan şairi" Namık Kemal!

Namık Kemal'in o dönem yazdığı mektuplardan, o sıralar Avrupa'yı sarsan sosyalizm akımının varlığından, en azından haberdar olduğunu biliyoruz. Gariptir, "kapı komşusu" Karl Marx'a dair tek bir satır yer almaz mektuplarında.

Her neyse, Karl Marx ve ailesi, Chelsea'deki daire için komisyoncuya verdikleri kira bedeli, ev sahibine ulaşmayınca, onur kırıcı bir şekilde evlerinden atılırlar. Tek çare, kentin en fakir semtlerinden olan Soho'ya taşınmaktır. Parasız günler başlayacaktır artık. Sekiz çocuğundan Heinrich süt alacak parayı bulamadığından, Franziska bronşitten, Edgar ise "nedeni bilinmeyen" bir hastalıktan öldü.

Edgar'ın neden öldüğü, on yıllar sonra anlaşılacaktı: 19. yüzyılın başlarında Londra kentini saran veba salgınında ölenler, Soho mahallesinin bulunduğu yere gömülmüştü ve bu civara yerleşenlerin sonradan açtığı kuyulardan çekilen mikroplu suyu kullananlar, aynı hastalıktan on yıllar boyunca öleceklerdi!

18 yıl boyunca gündüzleri çeşitli işler yaparak ailesinin geçimini kazanmaya çalışan Marx, akşamları arkadaşı Fredrich Engels'in de yardımıyla Das Kapital'i yazdı. Sadece Das Kapital mi? Değil elbet, bir düzine kitap ve yüzlerce makale yazdı ama bu yazdıklarından kazandığı telif, onun deyimiyle, "İçtiği tütünün parasını bile karşılamıyordu..." Nitekim, Das Kapital'in ilk baskısı sadece 200 adet satacaktı.

Marx'ın "aile babalığı" ise çok tartışmalı bir konu. Kimilerine göre mükemmel bir babaydı. Çocukları okuma yazmayı öğrenmeden önce, Shakespeare'in sonelerini ezbere biliyordu. Hayatta kalan çocukları, gelecekte İngiliz ve Fransız sosyalist hareketlerine yön verecek, peşlerinden milyonları sürükleyeceklerdi... Kimilerine göreyse, Karl Marx, politik mücadele yüzünden ailesini açlığa mahkum eden, karısı Jenny ölüm döşeğindeyken arka odada hizmetçi ile kırıştıran, içkiyi ve kadınları çok seven zayıf bir adamdı.

Gerçek, ikisi arasında bir yerlerde olmalı. Marx'ın zayıf bir kişi olmadığını, tam tersine son derece baskın bir karaktere sahip olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, pek de örnek bir aile babası olmadığı bir gerçek.

Marx'ın ortodoks marksistler tarafından en sevilmeyen lafı, bir tartışma sırasında söylediği, "Beyler, kusura bakmayın ama ben marksist değilim!" olsa gerek. Fetişleştirilmekten korkan Karl Marx, hayattayken bunu görme talihsizliğine uğramıştı.

Karl Marx'ın -bence- asıl büyük talihsizliğiyse, "artıdeğer" ve "sınıfsal çatışma" gibi paradigmalarından çok, insanlığın gelişiminin komünizm ile son bulacağı gibi "tarihsel determinist" öngörülerinin ciddiye alınması oldu. Marx'ın ideolojisinin eksik yanı, kapitalizmin her yerde aynı şekilde yaşanacağı varsayımıyla, toplumsal gelişme ve modernleşmeyi gözardı etmesiydi. Bu yanıyla, Marx'ın, tarihin sonunun geldiğini ve kapitalizmin nihai zaferini ilan eden Francis Fukuyama ile aynı yanılgıya düştüğünü söylemek olası...

Marx'ın son derece eğlenceli bir adam olduğunu söyleyebilirim. Hatta bizlere çok benzeyen bir adam. 18-20 yaşlarındayken Marx, hemen hepimizin geçirdiği ergenlik problemlerini çok yoğun bir şekilde yaşar. Önce Hıristiyan olur, ardından da satanist! Hatta bu dönemde birkaç satanik şiir bile yazar! Bu bunalımlı dönemi, Marx çabuk atlatır.

Şimdi, ben bunu burada yayınladım ya... Yarın birileri çıkar, "Marx satanistti!" diye haber de yapar!

Her neyse... Eşitsizliğin kaynağını bize muhteşem bir şekilde veren Karl Marx'a bugün hepimiz çok şey borçluyuz. Onun ortaya attığı politik kavramlar etrafında gelişen 150 yıllık politik mücadele sonrasında; hafta sonu tatili, 35 saat çalışma süresi, yaygın sağlık sigortası sistemi, emeklilik hakkı gibi "lükslere" sahip olduk.

(...)

Bu arada, çok sevdiğim bir anektod var. Onu size anlatayım:

Hikâye bu ya, modern sosyolojinin babalarından olan Émile Durkheim'e biri soracak olmuş:

- Efendim, siz kitaplarınızda hep Karl Marx'dan alıntılar yapıp, onun ortaya koyduğu kavramları inceliyorsunuz. Ama Marx'ın adını bugüne kadar hiç anmadınız. Ona karşı mısınız?"
- Fizikçiler, yerçekimini buldu diye her seferinde Newton'u neden anmaya gerek görmüyorlarsa, ben de o yüzden Marx'ın adını anmıyorum.

(...)

Kıssadan hisse... Karl Marx bugün yaşasa, karşılıklı birer kadeh rakı içmekten hoşlanacağımız bir ihtiyar; insanlığın gelişimi ve toplumsal eşitsizliklerin kaynağı üzere kafayı yormuş ve bu sorulara bugüne kadar verilebilmiş en iyi yanıtları sağlayan filozof; kadını ve içkiyi seven bir çapkın; ölmeden önce Türkçe'yi öğrenmeye niyetlendiği rivayet edilen bir "tatlı adam"dır...

Devrimlerden önce birer doz alınması, tavsiye olunur. Aşırı dozda kullanımı, şiddete yatkınlık, totalitarizm ve en kötüsü "hayal kırıklığı" gibi kontrendikasyonlara yol açabilir.

Bu arada, dünyada ve Türkiye'de solun haline bakıp bakıp üzülmeyin, olur mu? Merak etmeyin, bu dünya kimseye Karl Marx... :)





Not: Başlık, Derrida'nın bir kitabının başlığıdır. Sakin kafayla, iki ay gibi bir zaman dilimine yaymadan okunursa, körpe bünyelere zarar verebilir.

Not 2: Hayatım boyunca yazdığım en savruk yazılardan biri oldu bu. Yarın bir aksilik olmazsa, Pardus RootFS 0.2'ye dair gözlem ve önerilerimi yazıp, kendimi affettireceğim...

3 yorum:

M dedi ki...

Eğer şu mektup gerçekse, "Kız Babası Marx'ın" dair çok önemli detaylar var.

http://uzakulke.fisek.com.tr/epigraf/?num=970

Adsız dedi ki...

Sondaki "Bu dünya kimseye Karl Marx" süper olmuş..! ;-) Savruk da olsa gayet de hoş olmuş bence, elinize sağlık..

sarkac dedi ki...

Sayın Marx'ı en iyi anlayan kapitalistlerdir. aslında kendisine "akıllı olun" mesajını ilettiği, gerçekleşmesi olası bir proletarya isyanını engelleyen kapitalistlerin ajanı sıfatını yakıştırabiliriz. ajan marx.

onun saptamalarını dikkatle inceleyen kapitalistler, sömürdükleri işçileri uzun vadede sömürmeye devam edebilecek yolları kendilerine özenle çizmişlerdir, bu yüzden kitabı kapitalcede "sömürürken dikkat edilmesi gereken 102 nokta" diye adlandırılır. günümüzdeki tampon bölge olarak görebileceğimiz iyi maaşlı ve eğitimli ara kademe yöneticileri, yaratılan fırsatlar dünyasındaki yolculukta tünelin sonundaki ışığa odaklanmış çalışıp çırpınan gençler, çok fazla mesai ya da yeni bir işyeri açıp ne yapacam bana yeterince izin veriyorlar, aman daha fazla artı değer üreteyim daha fazla para alayım yöntemiyle vücut bulan yeni görüşler... (orantılı bir paylaşım ve kurulan bir eğitim ağıyla artan gelir prosedürleri).

çözüm var mı? olacak mı? çözüm mü, o demek? ortada sorun mu var?

gelecek günlerde, kapitalistlerin on kuşak sonrası; "toptan satışımız yoktur" adlı anarko kapitalist eserimde öne süreceğim teorileri dikkate alarak herşeyi (maddi ve manevi)tek bir değer birimiyle ölçecek bir düzen kuracaklar, böylece en azından üç yüz yıl sonra insani ve ahlaki değerlerden kurtulacağız.