Çarşamba, Ağustos 24, 2005

"Cittadino" Nazim Hikmet! Subito, Ora!


Hadi, bugün size bugüne dek hiçbir edebiyat dergisinde "yayımlanmamış", kimseciklerin bilmediği bir hikâye anlatayım :))... Üstüne üstlük hikâyemiz Nâzım Hikmet'e dair olsun! Ne dersiniz?

Eğer bu satıra geçtiyseniz, demek ki istiyorsunuz... Başlayalım o halde...

Hafızası iyi olanlar hatırlayacaktır, Burkina Fasa Fiso'da bir süre önce "şiir çevirisi" üzerine iki yazı yazmış ve bence bu toprakların gelmiş geçmiş en yetkin çevirmenleri olan Barış Pirhasan ve Can Yücel'den iki ayrı örnek vermiştim. Bu sefer aynı olgunun "tersine çevrilmiş" bir örneğinden bahsedeceğim. Bir başka deyişle, bir Türk şairinin, Nâzım Hikmet'in İtalyanca çevrilmesinin öyküsünü anlatacağım sizlere...

Biraz da yurtdışındaki "satış rakamlarına" bakarak, Nâzım'ın en iyi çevirilerinin Farsça, Rusça ve İtalyanca çevirileri olduğu anlatılır dost meclislerinde... Farsça'nın nedeni malum; şiir formu olarak Hayyam'ın dörtlüklerinden ve rubai imgelerinden sık sık faydalanan Nâzım, "doğulu bir şiiri batılı bir formda gürül gürül söyleyen" bir şairdir. Rusça'yı da yıllarca Moskova'da yaşamış olmasına, o dili öğrenmesine ve Rus toplumu tarafından bağırlarına basılmasına bağlayabiliriz.

Peki, ya İtalyanca? Nâzım'ın İtalyanca çevirilerinin son derece "yetkin" olduğunu biliyoruz... Halbuki, Nâzım'ın tüm kitaplarını İtalyanca'ya çeviren Joyce Lussu, "tek kelime Türkçe" bilmemektedir!

Hikâyenin aslı, Türkiye'de hiç bilinmeyen bir aşktır... Nâzım'ın Fransızca'dan okuduğu şiirlerine âşık olan Joyce Lussu, 1960'ların "Kızıl İtalya"sında, ünlü komünist lider Emilio Lussu'nun karısıdır. Nâzım Hikmet gibi Emilio Lussu da ülkesinde kovuşturmaya uğradığı için ülkesinden kaçmış, Fransa'ya sürgüne gitmişti... Böyle bir dönemde Roma'da bir araya gelen Nâzım Hikmet ve Joyce Lussu birbirlerine aşık olurlar. Nâzım'ın Roma'daki birkaç aylık misafirliği boyunca büyük bir aşk yaşayan ikili, "biraz Fransızca, biraz Rusça ve çokçası da sabahlara kadar sevişerek" Nâzım'ın şiirlerini İtalyanca'ya çevirirler...

Belki "amiyane bir benzetme" olacak ama, Nâzım'ın aşk dizeleri İtalyanca'ya "yaşanarak" çevrildiği için başarılı olmuştu. Nâzım'ın İtalyanca çevirisi bu nedenle son derece "duru" ve "içten"dir...

Her neyse, Joyce Lussu ve Nâzım Hikmet için bu birkaç aylık ilişki, birkaç yakın dost dışında, herkesten ölünceye kadar sakladıkları bir "sır" olarak kaldı... İkili, Rus ve İtalyan komünist partili yoldaşlarının tepkisinden çekiniyordu. Bu ilişkiyi asıl "imkânsız" kılansa, Joyce Lussu'yu Fransa'da kocasının; Nâzım'ı ise İstanbul'da Münevver'in, Moskova'da ise Vera'nın beklemesiydi!

Joyce Lussu, Nâzım'ın sevdiği "en güzel kadın" olacaktı... Ayrıldıktan sonra, Lussu bir güzellik daha yaparak, Münevver'in Türkiye'den bir yat ile kaçırılmasını sağlayacaktı... Nâzım, 10 yıldır görmediği Münevver ile Memet'ine, onu seven bir başka kadın sayesinde kavuşuyordu. Aşkın büyüklüğüne bakar mısınız?


Neyse, Nazım'ın 1960'da Roma'da yazdığı ve muhtemelen Joyce Lussu için kaleme aldığı şiirin İtalyancası ve Türkçesini alt alta koyuyorum:
La tua anima è un fiume, mio amore
scorre in alto tra le montagne
tra le montagne verso la piana
verso la piana senza poterla raggiungere
senza raggiungere il sonno dei salici piangenti
la quiete dei larghi archi di ponte
dell'erbe acquatiche dell'anatre dalla testa verde
senza raggiungere la dolcezza triste delle superfici piane
senza raggiungere i campi di grano al chiaro di luna
scorre verso la piana
scorre tra le montagne
tirandosi dietro le nubi che si fondono e si separano
portandosi di notte le grosse stelle le stell
e delle cime delle montagne
scorre schiumeggiando
mescolando nel fondo le pietre nere con quelle bianche
scorre coi pesci che nuotano contro corrente
vigili nelle curve
s'inabissa e s'inalbera pazza del proprio fragore
scorre in alto tra le montagne
tra le montagne verso la piana inseguendola
senza poterla raggiungere.


Bu da Türkçesi. En azından artık bu şiirin kime yazıldığını biliyoruz...

Ruhun, bir ırmaktır gülüm,
akar yukarda dağların arasında,
dağların arasından ovaya doğru,
ovaya doğru, ovaya kavuşamadan bir türlü,
bir türlü kavuşamadan uykusuna söğütlerin,
geniş köprü gözlerinin rahatlığına,
sazlıklara, yeşil başlı ördeklere,
düzlüklerin yumuşak kederine kavuşamadan,
kavuşamadan ayışığındaki buğday tarlarına,
ovaya doğru akar,
akar yukarıda dağların arasından,
bir yığılan bir dağılan bulutları sürükleyip,
geceleri iri iri yıldızları taşıyarak
dağbaşı yıldızlarını,
mavi güneşlerini de dağbaşı karlarının,
akar köpüklene köpüklene,
dibinde ak taşları kara taşlara karıştırıp,
akar akıntıya karşı yüzen balıklarıyla,
dönemeçlerde kuşkulu,
uçurumlarda düşüp şahlanarak,
kendi uğultusuyla deli divane
akar yukarda dağların arasından,
dağların arasından ovaya doğru,
ovaya doğru, ovayı kovalayıp
ovaya kavuşamadan bir türlü.




Not 1: Meraklısına bir küçük bilgi. Elimdeki 2002 baskısı "Nazım Hikmet'in Aşk Şiirleri" (Nazim Hikmet -Poesie d'Amore, ISBN: 88-04-34871-2) adlı kitabın kapak içinde "21. baskı" yazıyor. Yanlış anlamayın, Nâzım'ın şiir kitabının "İtalyanca baskısından" bahsediyorum!

Hadi biraz daha şaşırtayım sizi :)), Arnoldo Mondadori tarafından ilk baskısı 1991'in Ocak ayında çıkartılan bu kitap, bu yayınevine geçmeden önce, Lo Specchio tarafından 12 kere daha basılmış! Lo Specchio'dan önceki yayınevlerinin ise kaç adet bastığı bilinmiyor... Bu arada baskı adetlerinin bizdeki gibi 1.000-2.000 değil; 5.000 nüsha olduğunu hatırlatalım.

Not 2: Yolunuz Milano'ya düşerse, benden size bir tavsiye. Leonardo da Vinci İcatlar ve Sanayi Müzesi'ni gezmeyi unutmayın. Müzenin zemin katında, çeşitli matbaa makinelerinin sergilendiği bölümde, bir litograf makinesi göreceksiniz. Litografi makinesinin üzerinde, o makinede basılmış son kağıt duruyor. O kağıdın üzerindeyse Nâzım'ın "Yaşamaya Dair" şiiri... Ben gördüğümde ağlamıştım...

Not 3: (Yazının başlığı) Vatandaş Nâzım Hikmet! Hemen şimdi!

3 yorum:

Duygu dedi ki...

Ah... Nazım Hikmet'e ilişkin söylenecek ne çok şey doluştu aklıma, güzel yazınızı okuyunca. Annem çok kitap okur. Ama ben çocukken bir gün bana şiir okumayı hiç sevmediğini söylemişti. Şiiri bana sevdiren teyzem olmuştu. Sonraları benim Nazım gibi bir şairi keşfedip kitaplarını okumam kaçınılmaz oldu. Lisedeyken bir gün annemin seneler önce söylediklerini hatırlayarak, ona nefisinden ama uzunca bir Nazım şiirini "yalvarırım bi oku şunu" diyerek okuttum. Yıllar sonra annem, ben üniversiteden mezun olurken bana yazdığı yıllık yazısında, "bana şiir okumayı kızım sevdirdi" diye yazmış. Yazları, deniz kenarında "dolunayda şiir dinletileri"ne gitmiş olan, ve orada Nazım'ın "O, mavi gözlü bir devdi, minnacık bir kadın sevdi..." dizeleriyle büyülenen, hatta o şiiri hala ezbere bilen de yine bu kadındır.

Üniversite demiştim aklıma ilk senemde birisine aşık olmam da geldi. O ve arkadaşlarıyla bir gün çimenlerde şarap içişimizi, ve aynı gece bu tatlı insanların ezbere Nazım şiirleri okumalarını hatırlıyorum. Bu arada aşkıma hiçbir zaman karşılık bulamadım. Küçük bir ayrıntı da bahsi geçen kişinin Nazım'a görünüş bakımından inanılmaz benzemesidir. (Ben aşık olurken farkına vardığım bir ayrıntı değildi .)

Canım bir dostum en sevdiği şiirin Nazım Hikmet'in "Saman Sarısı" şiiri olduğunu söylemişti. Bana içinde bu şiirin bulunduğu bir başka Nazım kitabı verdi. Ben de şimdi söylüyorum: En sevdiğim şiir "Saman Sarısı". Bazen sevgiliye duyulan özlem gibi içime düşer, açıp okurum.

Ferzan Özpetek'in "Cahil Periler" filminde Nazım Hikmet'in kitabının olması çok da tesadüf değilmiş demek ki. Yazdıklarınızı okuyunca...

Aklıma gelen her şeyi buraya dökmeye kalkışsam sanırım çok uzatmış olacağım. (Bilmem kime benziyorum bu konuda). Ama içimden geldi, bu kadarını da paylaşmadan duramadım.

Duygu

"ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur...."

(not: yukarıda silinen yorumdan dolayı çok özür dilerim. Aynısıdır bu yorum onun.)

M dedi ki...

Okurken, "Ben Orhan Veli" adlı şiir geldi aklıma;


(...)
"Bir de sevgilim vardır pek muteber;
İsmini söyleyemem.
Edebiyat tarihçisi bulsun."
(...)

Nazım konusunda edebiyat tarihçilerine çok iş düşecek gibi. :))

Adsız dedi ki...

Bu sefer Nazım Hikmet ile ilgili benim de söyleyeceğim bir şeyler var.

Enteresan bir şey farkettim ben bu bey ile ilgili. Bu bey, belirli insanları birbirleri ile öyle enteresan şekilde buluşturuyor ki, şaşılacak bir şey bu.

Kısaca nasıl özetleyeceğim bilmiyorum ama dün şöyle bir olay yaşadım:

Çok sevdiğim bir insanla Nevizade'de bir barda idik. O sırada yoldan daha önce keyifli bir şekilde tanıştığım ve Ali Işıngör ile bir gün kesinlikle tanıştırmak istediğim bir başka kıymetli insanın geçtiğini gördüm (bu arada belki zaten tanıyorsunuzdur, ama tanımıyorsanız bensiz tanışmayın diye ismini şimdi söylemeyecek, şımarıklık yapacağım :)).

Bu güzel karşılaşmanın şaşkınlığı geçince kendisini masamıza davet ettim ve sohbet etmeye başladık. Konu çok hızlı bir şekilde Nazım Himet'e geldi, Nazım Hikmet hakkında bu kadar çok şey bilen ve onu bu kadar seven iki insan bir araya geldiği zaman konu otomatikman ona geliyor zaten sanırım. Ben bu konudaki cahilliğimi ilk dakikada itiraf edip, Nazım Hikmet'i çok kıymetli bir insan (o kıymetli insan da bu sayfadaki ilk yorumun sahibesidir) sayesinde çok yeni tanıdığımı söyleyip sessizliğimi sıkılmışlıkla karıştırıp konuyu değiştirmeyeceklerini garantilemek istedim.

Birbirlerine birbirlerinin onun hakkında bilmediği ayrıntıları anlatırlarken birden şöyle bir şey oldu: masamızın misafiri cebinden telefonunu çıkardı, bir numara çevirdi ve yaklaşık olarak şunlar yaşandı:

- Uğur: Alo? Dostum merhaba. Yanımda bir arkadaşım var. Ve senden ona (kısa bir sessizlik) evet lütfen. Veriyorum..
- Necdet: Alo? Merhaba.. Necdet efendim. Evet. Teşekkür ederim, buyrunuz (Necdet Bey bunu dedikten sonra yaklaşık 2-3 dakika kadar boş gözlerle karşıya doğru baktı, ve iki dakikanın sonunda gözleri dolmuştu bile. Necdet Bey telefondaki kişiye hiç bir şey söylemiyor, sadece dinliyordu. Ben hiç bir şey anlamadan olanları izliyordum sadece. Sonra telefonu kapattı ve Uğur Bey'e geri verdi, çok teşekkür ederek).

Konu orda kapandı. Konuştuğu kişinin Boğaziçi Üniversitesi'nden bir profesör olduğunu ve kendisine Nazım Hikmet'in bir şiirini okuduğunu ise sonradan öğrendim.

Nasıl bir iletişimdir bu, anlamıyorum. Fakat benim anladığım bir şey var. Ben her ne kadar bunun bir parçası olamasam da benim sevdiğim insanların neredeyse tümü Nazım Hikmet'i seven insanlardan oluşuyor.. Umuyorum bir gün kendisine yeterli özeni gösterecek kadar vaktim olacak..

(Şu anda ne kadar uzattığımı bilmiyorum, yorumu gönderince görsem daha iyi olur sanırım :))


Selamlar.