Geçtiğimiz haftalarda İtalya'nın en çok tartıştığı konulardan biri, nedendir bilinmez, Türk medyasında hiç yer bulmadı. Şimdi ne diyeceğinizi duyar gibiyim; "Kardeşim bunu senin bilmen lazım, Hürriyet Medya Towers binasında çalışmıyor musun?"
Aslında bu soruya verebileceğim iki cevabım var. Birincisi, bu satırları yazan "fakir kulunuz", hiç kimsenin takmadığı, "hadi bir köşede de bir bilim dergimiz çıksın" diyerek varlığına katlanılan, tahammülfersa kadın ve dekorasyon dergilerinin beşte biri kadar yatırım yapılmayan bir yayında çalışan bir "zavallı"... Hürriyet Binası, içindeki günlük gazeteleri ve 30'u aşkın dergisi, Doğan Online'ı, holding yönetimi, Doğan Yayınları ve benim bile henüz keşfedemediğim departmanlarıyla postmodern bir "otomobil fabrikası"... Bu yüzden bu binanın geri kalanındaki yayınların "haber"e karşı nasıl bir refleks geliştirdiğini bilemiyorum.
İkinci cevabım biraz daha acımasız: Serdar Turgut'un yerinde bir gözlemle, "Beyaz Türk medyası" dediği bu yapının, "benzemeye çalıştığı" şeyin kötü bir taklidi olduğunu düşünüyorum. Daha açık anlatmak gerekirse; tatilini Santorini'de geçirip, Petrus şarabını nasıl içtiğini anlatan, Nişantaşı'dan Philippe Starck imzalı koltuk satın alan bu insanlar, o benzemeye çalıştıkları Avrupai burjuvalığı yani şehirliliği hâlâ becerebilmiş değiller.
Nasıl olsun ki? Çoğunun altını kazıyın, kendileri iyi bir kolejde okumuş olsalar dahi, ailelerinin İstanbul'a 1960'larda, hadi bilemediniz 1930'larda geldiğini göreceksiniz! Bu biraz da Türkiye'nin modernleşme macerasıyla ilintili bir konudur, Mustafa Kemal ve arkadaşları bu ülkenin burjuvazisini o yıllarda yaratmaya çalışmışlardı. Bu yüzden de ortaya bazı garabetlerin çıkması doğaldı: Ürettiğinden fazlasını tüketen, hatta pahalı olanı tüketmeyi bir gelişmişlik göstergesi sayan, olaylara neden sonuç ilişkisi içinde bakmayı bilmeyen, AB üyesi olmayı vize kuyruğunda beklememek sanan bir kitle yaratıldı. Bu nedenle bazı "yaşamsal tartışmaların" Türkiye'ye ve Türk medyasına yansımaması, son derece doğal...
İtalyanların bugünlerde hükümetlerine yönelttikleri sorunun Türkiye'de de gündeme gelmemesi, hem korkutucu hem de düşündürücü: "Ülkemin sınırları içinde kaç nükleer başlık var ve bu başlıklar bir ihtiyaç halinde, nasıl ve kim tarafından kullanıma sokulacak?"
İtalyanların bu konuyu kıyasıya tartışmalarının nedeni, Washington merkezli "Natural Resources Defence Council"in yayınladığı rapor. Rapordaki bilgiler, İtalya'nın savunma eski bakanları tarafından da doğrulandı. NATO ülkelerindeki Amerikan üslerinde bulunan nükleer başlıkların inanılmayacak ayrıntılı bir listesini veren 102 sayfalık bu rapor, tam anlamıyla "diken üzerinde" oturduğumuzu gösteriyor.
Rapora göre Avrupa'da en fazla nükleer başlık, 150 adetle Almanya sınırları içinde yer alıyor. Almanya'yı, 90 başlıklı Türkiye ve İtalya izliyor. Türkiye'deki başlıkların 50 kadarı doğrudan Pentagon'un emir komuta zinciri içinde yer alırken; 40 kadar başlık, "sınırları çok katı çizgilerle belirlenmiş" bir dizi ortak kullanım anlaşması çerçevesinde tutuluyor. Raporda "ortak kullanım" sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğine dair fikir verecek bir örnek, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Amerikan yönetiminin Yunanistan'ın elindeki nükleer başlık takılabilen Nike Hercules füzelerini "depoya kaldırması" olayı ile anlatılıyor...
Ülkenizde 90 kadar nükleer başlık olunca, ister istemez insanın aklına, "karşı taraf"ın kaç başlığı bize doğru yönelttiği sorusu geliyor. Düşünmesi bile korkunç...
"Heyoo bizim de atom bombamız var!" diye sevinecek şabalakları Can Yücel'in bir şiiriyle uyaralım:
Köpek,
mülkün sahibi değil,
köpeğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder