Salı, Temmuz 12, 2005

Unutmaya dair


"Kendi halinde bir Güney Amerika kasabası olan Macondo'ya kuzeyden bir muz şirketi gelir. İşçiler, sendikaya üye olur ve ağır çalışma koşullarını protesto ederler. Derken, sıkıyönetim ilan edilir. 3.000 kişi istasyonun önündeki açıklığı doldurur. Yüzbaşı kalabalığa dağılması için süre tanır. Kalabalık dağılmaz. Yüzbaşı ateş emri verir. Tam o anda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlar. Yağmurla birlikte, kasaba unutma hastalığına yakalanmıştır. Kasaba halkı, muz şirketinin hiçbir zaman kurulmamış olduğunda diretmektedir artık..."

Gabriel Garcia Marquez'in "Yüzyıllık Yalnızlık"ta anlattığı bu hikâye, benim gözümde, insanoğlunun en önemli ütopyalarından ikisini, unutmayı ve yalnızlığı anlatır... Unutmak, tanrısal ve sıkıcı olmamanın bir işareti, ölümlülüğünse en büyük nimetidir benim için.

Bazen tanrıdan bir şeyi unutmayı dilediğim, çok oldu... 17 yaşındayken tanrıdan, beni terkeden kız arkadaşımı unutmayı diledim. 19'umda sanırım, yitip giden Mülkiye hayallerini unutmaya çalışıyordum. 21 yaşına geldiğimde, gariptir, bu sefer başka kızları unutmaya çabalıyordum! Bu süre zarfı içinde, beni de unutmaya çalışanlar oldu sanırım... Eğer olmamışsa, bak işte buna üzülürüm!

"Ey yaşlı deniz" diye seslenir şair:

"Hep gelip geçeceğiz / Bu aç güneşin altında / Esen rüzgârda savrula savrula / Toz toprak olacağız / Duvarlarda yazı / Okunmaz silik / Boş kaleler kıyılarında / Görkemli fosiller gibi kalacak / Bizden bir titreşim / Otların uçlarında / Üstümüzde keçi gözleri..." *

Sanırım her şeyi unutmayı başardığımız gün, kendimizle yalnız kalmayı başaracağız...


* Necati Cumalı

Hiç yorum yok: